Fotoğraf Makinesi Nasıl Çalışır?

Fotoğraf makinesi ışık ile resim çizmeye yarayan alettir.

Fotoğraf Makinesinin Çalışma Prensibi

Basit bir ayna veya merceğin işleyişinin anlaşılması yönünden çok önemli olan görüntü kavramı, optik sistemlerin analizlerinde de o derece önemlidir. Kullanımı en yaygın olan optik aletlerden biri cismin görüntüsünü bir film veya elektronik olarak bir çip üzerine kaydeden fotoğraf makinesidir.

Fotoğraf, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışığın duyarlı yüzey üstüne düşmesi ve duyar kat üstünde sabitlenmesi işidir. Fotoğraf makinesinde, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışık; objektifte ulaşır ve odaklanır,sonra,hemen objektifin içinde bulunan ve adına diyafram denen diske ulaşır. Bu diskin amacı;gelen ışığın şiddetinin ayarlanabilmesidir. Bu işi ise ortasında bulunan ve kullanıcı tarafından ayarlanabilen bir delik sayesinde yapar. Objektifte toplanan ve odaklanan ışık diyaframdan geçerek örtücüye ulaşır. Örtücü perde çekim sırasında önceden seçilen bir süre boyunca açık kalarak, ışığın film üzerine düşmesini sağlar.

Fotoğraf Makinası Lensleri (Mercekleri) Nasıl Çalışır? Lensler ışığı toplamda belirli bir açıda kırarlar, ışığın hangi açıda geldiği önemsizdir. Toplam kırma açısını lenslerin yapısı belirler. Yuvarlak lensler daha fazla kırılma açısına sahiptir. Temel olarak, kavisli lensler lens üzerindeki farklı noktalar arasındaki mesafeyi arttırır. Bu, ışığın bir kısmının hareket süresine diğer kısmının hareket süresinden daha fazla olmasına neden olur, böylece ışık daha keskin bir dönüş yapar.

Kırılma açısını arttırmak açık bir etkiye sahiptir. Belirli bir noktadan gelen ışınlar lenslere daha yakın bir noktada birleşirler. Düz bir lenste ışınlar keskin bir kırılma yapamazlar.Dolayısıyla ışınlar lensten daha uzak bir noktada birleşir.

Merceklerle gerçek resim arasındaki mesafeyi arttırmak, resmin boyutlarını da arttırır. Projektörleri düşünecek olursak, projektörü ekrandan uzaklaştırırsak, görüntünün büyüdüğünü görürüz.

Temel olarak fotoğraf makinasında da aynı şey olur, lenslerle gerçek görüntü arasındaki mesafe artarken ışınlarda daha fazla genişler ve daha geniş bir gerçek görüntü oluşturur. Fakat fotoğraf filminin boyutları sabittir. Eğer makinaya çok katlı bir lens takarsanız, geniş bir görüntü yansıtacaktır, fakat film bunun orta kısmını gösterecektir.Lenslerin başlangıç noktası çerçevenin orta noktasındadır. Dairesel mercekler daha küçük resimler oluştururlar, böylece film yüzeyi daha geniş bir alanı görebilir.

Profesyonel fotoğraf makinaları ekranda çeşitli büyüklüklerde resim görebilmeniz için farklı lensler takabilmenize olanak sağlar. Lenslerin yakınlaştırma gücünü üzerlerinde yazan ‘Odak Mesafesi’ tanımlar. Fotoğraf makinalarında, Odak Mesafesi lensler ile uzaktaki bir nesnenin gerçek görüntüsü arasındaki mesafe olarak tanımlanmıştır. Yüksek odak mesafesi daha yüksek bir görüntü yakınlığını belirtir.

Uygun Ortamlarda Uygun Lensler (mercekler) Kullanılarak Kaliteli Resimler Çekilebilir. Farklı lensler farklı durumlarda uygunluk sağlar. Eğer bir dağın resmi çekilmek istenirse, telefoto lensleri kullanılmalıdır, bu lensler özel olarak uzak odak mesafesine sahiptir. Eğer yakın bir resim çekilmek istenirse, geniş açılı lensleri kullanılmalıdır, bu lensler çok daha kısa odak mesafesine sahiptir, böylece görüntüyü önünüzde küçültür.örneğin bir insan yüzü çekiyorsanız, yüz hemen önünüzde olmasına rağmen bütün bir görüntüyü filme aktarabilirsiniz. Standart bir 50mm lik mercek önemli bir derecede yakınlaştırma ya da küçültme işlemine olanak tanımaz, bu merceklerle fazla uzak ya da yakın olmayan ideal bir resim çekilebilir.

Tarihçe

Fotoğrafçılığın başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fotoğraf tarihi karanlık kutu içinde görüntü elde etmenin tarihi olduğu kadar, bu görüntüleri fotokimyasal yollarla saptamanın da tarihidir.

Sekizinci yüzyılda Müslüman bilgin İbn-i Heysem gümüş nitrat’ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. yüzyılda büyük sanatçı Leonardo da Vinci’nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi fotoğrafçılık tarihindeki önemli başlangıçlardır. Sanatçılar Rönesans devrinde karanlık kutuyu buldular. Böylece, ışığın girdiği ufak bir delik aracılığıyla karanlık kutunun öbür ucunda konunun ters çevrilmiş bir görüntü görebiliyordu. 18. yüzyılda karanlık kutunun bir ucuna mercek ve diğer ucuna da buzlu cam konularak görüntü kutunun dışında görülebilir hale getirildi.

Işığın kimyevi maddeler üzerindeki etkisi ve gümüş tuzlarının görüntü sapma duyarlılığı 200 yıl önceden biliniyordu. 1725 yılında, kireç ve gümüş nitrat sürülmüş bir kâğıt üzerine bir şekil konulup güneşe tutulduğunda kâğıt üzerinde bu şeklin bir görüntüsünün meydana geldiği görülmüştür. 19. yüzyılın başında kâğıt, gümüş nitrat çözeltisine batırılarak negatiflerin elde edilmesi başarıldı. Fotoğrafçılığın ilk ve esaslı gelişmesi, vernikle saydam hale getirilmiş olan kâğıt üzerindeki bir görüntünün kalay levha üzerine getirilmesidir. Daha sonra, Yuda Bitümü ile kaplanmış kalay levha üzerine düşürülen bir görüntüde güneş ışığı düşen yerlerin beyazlaştığı görülmüştür.

Niepce ile başlayan fotoğraf çalışmaları 1829’da Jacques Mande, Daugerre ile birleşip 1837’de Daugerreotype’ı ortaya koymalarıyla birden gelişim göstermeye başladı. Bu işlem gümüşle karıştırılmış bakır bir levhanın sünger tozu ve zeytinyağı ile silindikten sonra 1/16 oranında su ve nitrik asit birleşiminde yıkanıp hafif bir ateşte ısıtılmasını ve ikinci defa nitrik aside batırılmasını gerektiriyordu. Böylece hazırlanan levha iyoda batırılıp makineye yerleştiriliyor, ışık durumuna göre 5 ile 40 dakika poz veriliyordu. Elde edilen görüntü 47.5 °C ısıdaki cıvayı kapsayan bir tepsinin içine konulana kadar ortaya çıkmıyordu.

1840 yılında ışığı 16 kere fazla geçiren bir mercek kullanılarak poz süresi düşürüldü. Daugerre tipi ile elde edilen görüntü çok net olmakta ise de gümüş bakır karışımı levhanın kolayca kırılması ve bu yönden çok pahalı olması fazla gelişmesini önledi.

Aynı süreler içinde Henry Fox Talbot bir takım kimyasal maddelere batırılmış kâğıtlar üzerinde görüntü elde etmeyi başardıysa da yavaş yavaş kararması ve görüntünün net olmaması nedeniyle kolayca unutuldu. Ancak Talbot’un bu buluşu için ilk defa “FOTOĞRAF” kelimesi kullanılmıştır. Bir süre sonra da negatiflerin pozitife çevrilmesi başarılmıştır. Böylece modern fotoğrafçılığın temeli atılmıştır.

Daha sonra fotoğraf kâğıtları, yumurta akına batırılarak pürüzsüz bir yüzey elde edilmiştir. Ancak bu yöntem ayrıntıları ortaya çıkarmakta başarısız olmuştur. Yumurta akının iyotlaşması ise başarılı sonuç vermiştir. Bundan sonra ıslak levha yöntemi daha sonra da kuru levha yöntemi bulunmuştur.

Bu tarihlerde bir fotoğraf çekebilmek için ulaşılabilmiş en büyük poz süresi 1/25 saniye idi.

1852 yılında George Eastman, Kodak makinelerinde 10 poz çekebilen bromür kaplı Jelatin rulolar bulunan Kodak fotoğraf makinelerini piyasaya sürerek çok büyük aletler taşıması gereken fotoğrafçıya kolay hareket imkânı sağladı. Fotoğraf çekildikten sonra makine fabrikaya gönderiliyor ve jelatin film kâğıttan ayrıldıktan sonra bir cam üzerine yerleştiriliyor ve sonra yeniden makineye film doldurularak sahibine iade ediliyordu.

1870’de Hermann Vogel emülsiyonları muhtelif banyolara batırılarak duyarlılıklarını arttırma yolunu buldu. 1880 yılında kırmızıya karşı duyarlılığı çok sınırlı olan ortokomatik filmin yanında, pankromatik filmler ortaya çıktı. Fotoğraf 19. ve 20. asırda değişik astigmat merceklerin, selüloz asıllı filmlerin kullanılması, fotoğraf makinesi ve film sanayinde gelişmelerle günümüzdeki durumuna geldi.

Bu Yazıyı Paylaş:

2 yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir